Wednesday, 16 May 2012, 6:30 pm
Following Screening of Hope (Umut)
Turkish with English subtitles
Followed by discussion with:
Tom Vick, Curator of Film, Freer and Sackler Galleries
Sinan Ciddi, Institute of Turkish Studies, Georgetown University
Asiye Kaya, DAAD Visiting Professor, BMW Center for German and European Studies
Erju Ackman, Editor, Turkish Cinema Newsletter
Thursday, May 17, 2012
Thursday, May 10, 2012
AA News | Çirkin Kral filmleriyle Washington'da

10 Mayıs 2012 11:42
Goethe Enstitüsü ve Freer&Sackler Gallery'nin ev sahipliğini yaptığı 8 Güney filmi, Amerikalıların yoğun ilgisini çekti.
WASHINGTON - Mehmet Toroğlu/Barışkan Ünal
Yıllardır Amerika'da film programları düzenleyen Ercüment Ackman ile Kültür ve Turizm Bakanlığı Washington Müşavirliği ve Güney Film'in işbirliğiyle, Güney'in unutulmaz filmlerinden ''Yol'', ''Umut'', ''Ağıt'', ''Sürü'', ''Seyit Han'', ''Aç Kurtlar'', ''Arkadaş'' ve ''Zavallılar'', 9 ay boyunca ABD ve Kanada'yı dolaştı. Turun son ayakları kapsamında önce New York'taki Lincoln Center'de gösterimi büyük ilgi gören filmler, ABD turunu başkent Washington'da tamamlıyor.
Başkentte Goethe Enstitüsü ve Freer&Sackler Gallery'in ev sahipliği yaptığı gösterimlere ''Sürü'' filmiyle başlandı. Goethe Enstitüsündeki gösterim Amerikalılardan ilgi gördü.
Film gösteriminin ardından seyirciler de filme hayran kaldıklarını belirttiler.
Yeni proje: ''10 yönetmen 10 film'' olacak
Kuratör Ercüment Ackman da New York'ta Lincoln Center'da yapılan 29 filmlik Türk film panoramasının yeterli ilgiyi gördüğünü belirterek, ''Lincoln Center'ın müdürünün de söylediği gibi 25 senedir yapmak istediği bir programdı. Belki de bunun 10 sene önce değil, bugün yapılmış olmasının bize çok büyük faydaları var. Çünkü Türkiye'de sinemanın çeşitlendiği ve kültürel değerleri insanların özgürce filmlerinde seslendirebildikleri bir ortamda yapıldı. Eminim ki bu daha yeni filmlerle de devam edecek bir program'' diye konuştu.
Washington'da ABD ve Kanada'yı dolaşan 8 Yılmaz Güney filmi serisinin son ayağının düzenlendiğini ve Goethe Enstitüsü'nde ilk gösterime ilginin iyi bir düzeyde olduğunu ifade eden Ackman, Goethe Enstitüsü'nün Güney'in ''Sürü'', ''Umut' ve ''Yol'' adlı filmlerini, Freer&Sackler Gallery'nin de ''Zavallılar'', ''Arkadaş'' ve ''Ağıt'' filmlerinin aralarında olduğu 5 filmi göstereceğini anlattı.
Tuesday, May 8, 2012
Lincoln Film | Guney Screenings
Lincoln Film | Guney Series Part 1 | Intro for Elegy
Lincoln Film | Guney Series Part 2 | Elegy Q&A
Lincoln Film | Guney Series Part 3 | Intro for Yol
Thursday, May 3, 2012
Review | Yol
Yol (1982)
Director: Serif Gören
Average user rating (*****)
From Time Out Film Guide
In Yilmaz Güney's extraordinary Turkish odyssey (filmed by Gören from his script and detailed instructions while he was in jail), five prisoners are allowed a week's parole to journey home. In many ways it's a story about the tragedy of distances: the geographical and historical ones that still separate Turkey, and the distances imposed upon people by a military state and by a heritage that still expects husbands to punish by death wives taken in adultery. A kind of distance, too, makes this a film of the highest order. Its homesickness, for freedom above all, is very particular. Güney can't go home, and completed the film in exile. This perspective gives great clarity to his picture of the state of the nation, a state in suspense where something has to change, which gathers complexity and shifts effortlessly into universal allegory. The film's poetry, its combination of sound and image especially, has an unconscious innocence no longer available to most European and American narratives, and it is inspired by an enormous compassion for the suffering people endure at each other's hands in a world where the strong pick upon the weak, the weak upon the weaker.
Author: CPe
Time Out Film Guide
Değerli arkadaşlar,
Değerli konuklar!..
Bu filmi sizlere sunmayı, filmden sonra da film üzerine konuşmayı çok isterdim. Ancak biinen nedenlerden ötürü buna olanak bulamadım. Bilmenizi isterim ki, nerede olursam olayım, yüreğim halkımın kavgasına ve acısına kayıtsız kalmayan insanlara, halkımın kavgasını veren insanlara sıcaklıkla açıktır. Sizleri bu duygularla selamlıyorum.
“Yol” Türkiye-Kürdistan’ı bütün sorun ve boyutlarıyla anlatmıyor. Anlatamaz da. Ancak halkımın savaşçısı olmaya kendisini adamış bir sanatçı olarak önümüzde duran görevlerin bilincindeyim. Sanatçı olarak devrim kavgasının sıradan bir eriyim. Yolumuz uzun ve zor. Ancak aşılmaz değil…
Devrimci sanat devrimci süreci anlatan sanattır. Devrimci sanat, toplumsal, siyasal, kültürel değişimleri ve kavgayı hem tanık olarak anlatan, hem de onu etkileyen sanattır. Sadece tanık olarak izlemek ve yansıtmak yeterli değildir, aynı zamanda bu süreci etkileyen bir niteliği olmalıdır. Bu anlamda “Yol”, Türkiye gerçeğinin hem tanığı, hem de onun değişimini etkileyen bir olgu olarak ele alındığında, devrimci bir görevi, işlevi yerine getirmektedir.
Devrimci mücadelenin hedefi siyasal iktidarın ele geçirilmesidir. Siyasal iktidar bir son değil, bir hedef değil, toplumsal devrimin ilk adımı, kapı anahtarıdır. Yani siyasal iktidarı ele geçirmeden, ikna için gerekli zoru ele geçirmeden toplumsal bir değişikliği yapmanın olanakları yoktur. Ancak siyasal iktidarın ele geçirilmesi sürecinde, zorun yalnızca açık düşmanlar, yani emperyalizm, işbirlikçi burjuvazi, faşizm ve onun kurumları değil, aynı zamanda, düşmanı yenmemizi engelleyen bütün gerici kurumlardır; örf, adet ve gelenekler, yani feodal kalıntıların can verdiği her şey. Biz, esas olarak, devrimci mücadele içinde bile feodal yanlarımızı yenebilmiş değiliz. Feodal yanlarımız günlük ilişkilerimizden, siyasal tutum ve örgütlenmelerimize kadar her şeyde kendini gösteriyor. Bunu yenmemiz gerekli. Ancak bu yeniş, biçimsel değil, özden olmalıdır. Biçimsel yenişler ya da öyle görünmeler, aslında devrime değil, gericiliğe hizmet ediyor… Biçimsel anlamda feodal tutumu yenmektense, onu içten bir biçimde kulanmak ve değerlendirmek seçilmelidir.
“Yol”, hem devletin örgütlenmiş baskısını, hem de feodal gericiliğin kalıntılarının can verdiği baskıları anlatırken, önümüze savaşmamız gereken güçlerin bütününü koyuyor. Halkı devrimci savaşa hazırlamanın temel yolu, onu gerici alışkanlık, yargı ve anlayışlardan kurtarmayı emrediyor. Devrimci süreç buna yeterli değil. Ancak siyasal iktidarın işçi sınıfının önderliğindeki halkın eline geçmesi ilk adım olacaktır. Kadın erkek ilişkileri, sadece bir cinsiyet sorunu değil, sınıfsal bir sorundur. Her toplumsal yapı, kendine özgü bir biçimde kadın erkek ilişkilerine hukuki, toplumsal ve ekonomik bir içerik kazandırır. Ve bu toplumsal yapı içindeki insanlar, kadın erkek ayrımı gözetmeden, soruna öncelikle ekonomik ve sosyal sistemin belirlediği açıdan bakarlar ister istemez. Benim için sorun, “Yol”da, sadece kadın sorunu değil, aynı zamanda erkekler sorunudur da. Çünkü ezilen sadece kadın değil, erkektir de. Ve asıl ezilen kadın değil erkektir. Bir erkeğin kadını ezmesi, ona baskı kurması, kendisinin baskı altında olmasının bir ifadesidir. Kadının kurtuluşu, sınıfın, ezilen sınıfın kurtuluşu ile mümkündür. Ezilen sınıf işçi sınıfıdır ve burada belirleyici güç erkeklerdedir. Erkeklerin belirleyici olduğu bir sınıfta, önce erkekler sonra kadınlar kurtulacaktır. Sorunu aydın şematizmi içinde ele almamalıyız. Kadının kurtuluşu, ezilen sınıfların kurtuluşuna bağlıdır.
“Yol”, birçokları açısından ezilen kadınları anlatmaktadır. Oysa, ezen cinsiyet olarak görülen erkeğin de ezildiğini anlamak istememekte ya da bu konuda kayıtsız kalmaktadır.
“Yol” Türkiye-Kürdistan üzerine bir tartışma ve eğilim yarattı gösterildiği yerlerde. Bu bir adımdır; geliştirilmesi ve derinleştirilmesi gereken bir adım. Her namuslu insanın bu gelişmeye katkıda bulunması insanlık görevidir. Hep birlikte haykırmak, insanlık suçu işleyenleri lanetlemek gerekir.
Kahrolsun Askeri Faşist Diktatörlük!
“Yol” halkımın susturulamayan sesidir!
Selam… Bin selam!..
Article | Yilmaz Güney: spirit of vengeance
PROTEST WEEK / FILM
Yilmaz Güney: spirit of vengeance
Posted by Ben Sachs on 02.22.12 at 08:00 AM
Last Saturday I saw the Turkish film Elegy (1972) at Doc Films’s ongoing Yilmaz Güney series (which continues tomorrow night at 7 PM with the director’s most widely celebrated movie, Yol). I liked it for its suspense, but I had trouble understanding the plot. I asked one of the programmers afterward if he could explain why gendarmes were hunting down the main characters, who are never shown doing anything illegal. Was this bad storytelling or had I missed something in the dialogue? A scholar of Turkish history interrupted us (good thing the movie was playing at the University of Chicago!) and settled the matter in seconds. “Those people were Kurds—the Turkish government was trying to deny their existence at the time. The government banned this movie, just like they did most of the films Güney directed.”
A major movie star, novelist, and director, Güney came from a mostly Kurdish region in southeastern Turkey (the name for which he was known was in fact a pseudonym; güney is Turkish for “south”), though he didn’t openly embrace his ethnic background until the early 1970s, when the Kurdish nationalist movement gained momentum with support from the militant Turkish left, with which Güney was also affiliated. One can understand his apprehension to identify publicly as a Kurd. The Turkish government’s ongoing persecution of the ethnic minority resulted in the death and imprisonment of millions throughout the 20th century—a crisis that only intensified during Turkey’s periods of military rule that coincided with the height of Güney’s popularity. As J. Hoberman noted in a 1982 profile of Güney (included in his collection Vulgar Modernism):
The words “Kurd and “Kurdistan” are [currently] banned from Turkish history books and dictionaries; the Kurds are officially termed “Mountain Turks,” who speak Kurdish—itself illegal—because they have forgotten their mother tongue... Identity grows existential when the statement “I am a Kurd” brings a mandatory two-and-a-half stretch in a Turkish can.

Seen in this context, Güney’s Kurdish films are remarkable acts of protest, defying a national code of silence on the plight of many. Hoberman went so far as to call Yol “a movie so explosive that were it shown in his homeland it would signal the prelude to a revolution.” He added that the film “is about the essential, unspeakable Kurdishness of Turkey . . . it asserts that, under military rule, all Turks are now Kurds—the oppressed of the oppressed.” Their cruder qualities only betray a sense of urgency, as if Güney would have undermined the films’ impact had he devoted more time to their construction. The images of Elegy tend to be blunt and immediate: the ones I expect to remember longest are of lone figures running across dusty steppes, only to be shot down in their flight by agents of the law.
Yol (1982)
Does art become a more effective instrument of protest as it becomes less nuanced? Probably. When a crowd of thousands is chanting the same thing, you’re so impressed by their collective might that you don’t try to make out individual voices. Güney’s straightforward images can be similarly overwhelming, suggesting basic conflicts that may be understood—and thus related to others—by anyone. (That’s not to say that protest cinema must be blunt to be successful; Jafar Panahi’s nuanced films The Circle (2000) and Crimson Gold (2003) raised international awareness of injustice in Iran and were good enough to be banned at home.) As one of the most famous Kurds of his era, Güney used his celebrity to speak for millions; and as this current Doc series attests, their anger still resounds powerfully.
Subscribe to:
Posts (Atom)